Görenedir görene, köre nedir köre ne?: Her şey görebilen kimse için anlamlıdır. Göremeyen için hiçbir şey anlam taşımaz.
Pazar körsüz kalmaz: Kötü, işe yaramaz nesnelerin, bunlardan anlamayan isteklileri olur. Yani kötü mal satılmaz sanmayın. Ona da iyiyi, kötüyü ayırt edemeyen alıcı bulunur. “Bitli baklanın kör alıcısı olur.” atasözünde de aynı açıklama yapılmaktadır.
Sağır duymaz uydurur: Sağır, yanında konuşulan şeyleri işitmez ama konuşanların durumuna bakarak ve anladığını sanarak bir şeyler yakıştırıp söyler. Bir durumun içyüzünü bilmeyen kişi de görünüşe bakarak edindiği yanlış kanıyı gerçek sanır.
Tuz ekmek hakkını bilmeyen kör olur: Halk böyle inanır: İyiliğini gördüğü, ekmeğini yediği kimseye karşı saygısızlık ve hainlik eden kişiyi Allah cezalandırır.
Kel ölür sırma saçlı olur, kör ölür badem gözlü olur: Önce değersiz bulunan, beğenilmeyen bir kimse, küçük bir şey veya bir fırsat elimizden çıkıp yok olunca birden kıymet kazanır; çok önemli ve iyi gibi görülür.
Kör Allah’a nasıl bakarsa Allah da köre öyle bakar: Kişi efendisine karsı nankörlük ederse efendisi de onu korumaz.
Kör topal gitmek: Yarım yamalak, iyi kötü idare edecek şekilde.
Kör tuttuğunu, topal yakaladığını: Herkesin birilerini dolandırmaya çalıştığını ve bunu yaparken de kime güçleri yetiyorsa onunla uğraştıklarını anlatır. Ayrıca mecazi anlamda da açıklaması bulunmaktadır.
Körden gözlü, topaldan ayaklı, deliden deli: Kör olan anadan, babadan doğan çocuk kör olmaz. Topalın çocuğu da sağlam bacaklı olur. Ama delinin çocuğu deli doğar.
Köre elvandan (renkten) bahsolunmaz: Bir şeyin niteliği üzerine hiç bilgisi bulunmayan kişiye o şeyin sözü edilmez; öğretilmesine çalışılmaz.
“Bu işte bir sakatlık var.”, “Gönülsüz ilişkiden sakat çocuk doğar.”, “Kör çobanın sürüsünün sonu uçurumdur.”, “Kör gözde yaş, molla evinde aş...”, “Kör kuşun yuvasını Allah yapar.”, “Kör sadece ağzının yolunu bilir.”, “Sağır duymaz yakıştırır, kör görmez kakıştırır.”, “Deli kız düğün etmiş, kendi baş sedire geçmiş.”, “Deli kızın çeyizi gibi!”, “Deli saraylı gibi!”, “Deliye bal tattırmışlar, çarşıda katran bırakmamış.”, “Deliye her gün bayram!”, “Deliye taş atma, başını yarar.”, “Demir ıslanmaz, deli uslanmaz.” ve daha birçoğunu sıralayabiliriz.
Dünya üzerindeki birçok topluluğun dinsel-inançsal sisteminde sakat/engelli ya da bir uzvu noksan hayvan kurban edilmez. Özellikle bazı topluluklarda “topal”ın nazarı değer derler. Ondan ve diğer sakatlığı/engeli olanlardan hamile kadınların uzak durması/onlara bakmaması öğütlenir. Bu liste uzatılabilir.
Sözlü kültürün, yaşamın tüm bakış ve uygulamalarına damga vurması sadece deyim ve atasözleriyle olmaz. Bu bakış ve uygulamalar topluluktan topluluğa değişir.
Engellilere yönelik toplumda önyargılarla çevrili, kalıplaşmış ve ayrımcı yaklaşımlar olduğu için atasözleri ve deyimlere de bu olumsuz görüşlerin yansıdığı bir gerçektir.
Engellilerin içinde yaşadıkları sosyokültürel çevre, toplumla bütünleşmelerini ve günlük hayatlarını devam ettirmelerini önemli derecede etkilemektedir.
Engellilerle ilgili kalıplaşmış önyargılar, toplumla bütünleşmelerinde büyük bir engel teşkil etmekte ve bu kalıplaşmış önyargılar, toplumsal bütünleşme noktasında önem taşımaktadır.
Toplumsal bütünleşmeyi sağlayabilmek amacıyla Türk Dil Kurumu (TDK) ivedilikle atasözleri, deyimleri ve kavramları yeniden inceleme yaparak gözden geçirmeli ve engellileri aşağılayan, küçük düşüren, rencide eden, kötü huylu, ahlaksız, değersiz, hiçbir işe yaramayan, asalak gibi yaşayan, kalitesiz, değersiz ve benzeri gibi gösteren, ayrımcı ve ötekileştirici kelimelerden ve anlatımlardan arındırmalıdır.
Bunu yaparak yıllardır gözden kaçan, dikkatleri çekmeyen bir hatayı gidermiş olacağı gibi topluma engelliliğin, engellilik kavramının insanları küçük düşürme, aşağılama, rencide etme, hakaret etme, değersiz gibi gösterme anlamlarında kullanılamayacağını anlatarak göstermiş olacaktır.
Bunu yapmak, toplumda yerleşmiş bir düşünceyi, algıyı ve bakış açısını değiştirmek elbette kolay olmayacaktır. Bu değişimi sağlamak bir hayli zaman da alacaktır.
Ancak, ne kadar zor olsa da ne kadar zaman alacak olsa da 21.yüzyılın dünyasında ve ülkesinde artık toplumun belli bir kesimini ötekileştiren, ayrımcı bir yaklaşım gösteren kelimeleri, gerek atasözlerimiz ile deyimlerimizden gerekse de günlük hayatımızdaki konuşmalarımızdan kaldırmamız gerekmektedir. Bunu yapmak artık insanlığın bir gereğidir. Bildiğiniz gibi toplum engelli engelsiz insanlarla bir bütündür. Her insanın bir diğer insana göre bir eksikliği ya da bir fazlalığı vardır. Eksikliğimiz ya da fazlalığımız ayrımcı ve ötekileştirici tutuma maruz kalmamızı gerektirmez. Her insanın da bir eksikliği, eksikliği olduğu kadar da fazlalığı var.
2003 yılında Posta gazetesindeki “Çengelli İğne” adlı köşesinde yazdığı yazıda Alman Nord Rhein Westfalen Eyaleti Engelliler Spor Federasyonu’nun bir yayınından alıntıya yer veren ve geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz değerli dostum rahmetli A. Yavuz KOCAÖMER: “Ayşe çok uzun, Fatma çok kısa, Ahmet çok şişman, Mehmet çok zayıf, Sema çok içine kapanık, Engin çok dışa dönük, Banu çok güzel, Kenan çok çirkin, Fikret çok aptal, Sibel çok akıllı, Rıza çok yaşlı, Erkan çok genç. Herkesin bir şekilde fazlalığı var. Herkesin bir şekilde eksikliği var. Herkes bir şekilde normal değil. Burada normal olan var mı? Hayır. Burada normal olan kimse yok. İŞTE NORMAL OLAN DA BU...” diye yazmıştı. Devamında da: “Yukarıda yazılanlar hayatın gerçeği. Kimsenin bir diğerine söyleyecek sözü yok. ‘Mükemmel insan’ var mıdır bu dünyada? Bizce yok. Sadece kendini mükemmel zanneden bir sürü zavallı var. Bakın yakın çevrenize, bunları hemen göreceksiniz. İşte anormal olan onlar. İnsanlıktan nasibini alamamış yaratıklar.” demişti.
İşte gördüğünüz gibi her insanın bir diğer insana göre hem eksikliği hem de fazlalığı var.
Sizce de öyle değil mi?